Eylül; Cenin Pozisyonundan Çıkmak Zamanıdır…

Şubat ayında doğmama rağmen asla bir kış çocuğu olamadım. En azından iklimsel bazda. Hava azıcık eser, benim burun kızarır…

Ama şunu net olarak söylemek isterim ki, sonbaharın ve kışın gözünü seveyim. Yaz geldi mi herkese bir hararettir çöküyor, hiçbir şey yapası gelmiyor insanın. Müzeler, kültür merkezleri etkinliklerini ya kesiyor ya da da ağırdan alıyor.  Hele arkadaşlarının yıllık izinlerine kendi boşluklarını denk getirip bir tatil de yapamadıysan benim gibi, eylülü göz yaşlarıyla karşılamak işten bile değil. Şöyle bir “neler oldu bitti” diye yazmak istedim ben de, eylüle kavuşana kadar.

16 Temmuz Zorlu PSM Mercan Dede Konseri

zorlumercan

Mercan Dede’yi ilk kez 2012’de İstiklal Caddesi’ndeki Borusan’da dinlemiştim. Kendisinin ekip kurma becesini her zaman takdir ettim. O konserde misafir sanatçı olarak boy gösteren Mert’ten önceki yazılarımda bahsetmiştim sanıyorum. Kendisi yaşına göre takdire şayan bir perküsyoncu. Cafer Nazlıbaş’ı da bu konserde keşfetmiş ve kemâne nasıl ağlatılır ve hâttâ ağlatır öğrenmiştim.

Zorlu PSM konserinde ise yine Mert ve Ergün Şenlendirici ekipte ve as oyunculardandı. Sololarını dinlemek de büyük keyif oldu. Görsel açıdan da doyurucu bir konser oldu. Anjelika Akbar sahneye ilk geldiğinde kendi parçalarını çaldı, ardından zannediyorum hep birlikte bir doğaçlama performansı izledik ve kadın-erkek semazenlerden de bir performans sunuldu.

mercan-dede-konserleri-680x448

Harbiye Açıkhava’da tadından yenmez Tarkan, bülent Ortaçgil ve Birsen Tezer Konserleri

images (1)

Harbiye Açıkhava benim konser anlamında vazgeçilmez mekanım. o atmosferi bulabildiğim başka bir yer yok. Bu sene de Tarkan ve Bülent Ortaçgil&Birsen Tezer performanslarını kaçırmadım. Birsen Tezer dinlerken yoga yapmayı deneyeceğim bir gün, zira ben sessiz ya da enstrümental müzik eşliğinde değil sadece yönlendirmeli meditasyonla konsantre olabiliyorum ve bu kadın sesiyle insana sıkı sıkı sarılmak için doğmuş ve şarkı söylüyor adeta. Tek eleştirim, biraz daha özenli hazırlanması yönünde. Saçları ve makyajını kendi yapıyor sanırım, dev ekranda yüzü çok yorgun ve solgun gözüküyor. Ha, ben gözümü de kapatır dinlerim, o ayrı. Ve belki düet olduğu içindir ama bir “Hoşgeldin”i bizden esirgemese daha hoş olurdu. Bülent Ortaçgil desen yine tonton, yine “kafamı karıştırmayın” derdinde:) Kendi kafasında bir sıralaması var, e ordan burdan çığlık çığlığa şarkı istenmesinden de yoruluyor artık… Velhâsıl son derece keyifli usul usul dinledik kendilerini… (foto: istanbul.com)

tarkangece

Tarkan’ı ise ilk günlerde ve son günlerinden birinde performansının farklılığı yüzünden ona bir şey söylemek istemiyorum ama bana kalırsa enerji açısından çok farklıydı. 8-9 gün neredeyse durup dinlenmeden konser vermesinden mütevellit anlaşılabilir bir durum. Ama o dekor neydi öyle, evlerde bile bulunduramadığımız 30 yıl öncesinden kalan bir halı, kalın kırmızı kadife perdeler, kristal avizeler… 80’lerde akraba ziyaretine gitmişiz gibiydi. Tarkan’ın özel isteğiymiş bu konsept. Ayrıca görsel anlamda tek yaptığı ritme göre sahneye verilen dumanlar ve ara sıra aşağıya inip tekrar yukarıya çıkarılan avizelerden ibaretti. Kendi dansına lafım yok ama çok baygın ve sıradan durmuyor mu artık bu sadelik… Bir ara perde kapanıyor sadece kendisi sahnede kalıyor ve diyorsunuz ki “bir şey olacak herhalde sahnede bir değişiklik yapılıyor” şarkı bitince perde aynen açılıyor :) Bari beklenti içerisine sokmasalar…

Bununla beraber protokoldekileri selamlayıp, fazlaca övgüde, aşırı sevgi gösterilerinde bulunmamasıyla ve sahnenin her yerini adım adım dolaşıp en arkadaki seyirciyle bile göz teması kurması, fotoğraf çekilirken durup uzun uzun poz vermesi tabii ki onun tatlı mütevaziliğinin eseri ve her ahvâlde yine gönlümüzü alma sebebi..

Sırçacı 14, Swedish Coffee, Cem Karakuş Parti, Postkolik Parti

Uzun zamandır görüşemediğim sevgili arkadaşım Cem Karakuş’un sevimli Vespa’sının arkasına atlayıp ordan oraya koşturdum bu 1 ay içerisinde.

Kendisi bir blog açıp 6 ay içerisinde kazandığı ivmeyle neredeyse bir Vedat Milör’e başat kariyer edinecek gibi duruyor. Sadece gurmelik eylemez kendisi. İyi yemek yapar,  iyi müzikten de anlar, et terbiyesinden de. (Ünlü makarna salatasını haftada 3  kez yapsa, sanırım tabak bile kullanmam.)

1919658_852229828120725_4169030279560854254_n (1)

Ara sıra bana pantolonumun paça boyuna uygun ayakkabı tavsiyesi vermeyi de ihmal etmez. Merak edenler www.cemkarakus.com u ziyaret ederse pişman olmaz.

Cem’le ilk ziyaretimiz Sırçacı 14’e oldu. Burası Yeniköy sahilinde yer alan bir mekan. İlk bakışta dikkatimi çeker miydi bilmiyorum. Ama mönüsünde; sunumundan tadına, her şeyiyle harika atıştırmalıklar bulundurduğunu söyleyebilirim.

bb74185a74d2326f7cae2047e9086fbaÖzellikle somonlu avokado hala aklımdan çıkmıyor. Böyle yumuşacık bir lezzet olamaz.

Mücverler de evdekinden farklı, sosuyla birleşince ayrı bir şahane tada dönüşüyor.

c6fb4dadf3eee7e1c719b1a332b0cff9

Mekanda, ödüllü ve sevimli bir barmenin ellerinden değişik kokteyller içme fırsatım da oldu. Bloody Mary’si gerçekten muhteşemdi. Kadehlerin kenarındaki patlayan şekerlere olan özlemimi görüp bir paket de patlayan şeker armağan etti kendisi bana:) Son olarak lychee ve çilekle yapılan Coco Berry’sini de denemekte fayda var.

4c9e12e2d05493033734e9c46aa5c127

Lychee ile daha yakından haşır neşir olmam gerek, o ne güzel meyvedir öyle!

Swedish Coffee Point

IMG_5046

Mest olarak ayrıldığımız bir başka mekan da Cihangir’deki küçücük ama şık “Swedish Coffee Point” hoşsohbet bir beyfendinin işletmeciliğinde açılmış, filtre kahveleri mis, tatlıları mutluluk hormonlarını tavan yaptırırken suçluluk duygularını da aşağı çekiyor; zira kalori bombası değil son derece sağlıklı lezzetler de var. Yulaflı çikolata topunun tarifini umutsuzca sordum, tabii ki vermedi Cem bey.

Rumelihisarı La Bottega Birsin-Cem Karakuş Parti

Cem-Karakuş-620x348

Gelelim Cem Karakuş Partisi’ne. LA Bottega Birsin’de 10 eylülde pek tatlı bir kitleyle bir araya geldim sayesinde. Cem şefin makarnasına dalıp kutumubu eşliğinde eğlenceli fotoğraflar çektirdik. Gecenin sonunda yapılan çekilişle. Barbare şarapları, Zomato, Funkin Mojitos kokteylleri hediyeler dağıttı. Benim de artık Funkin Mojito kokteyl paketim var. Henüz denemedim, hediye shakerımı kullanmak bakalım ne zaman nasip olacak.. Eğlenceli karelerden stopmotion bir özete buyrun…

Kokteyl workshop @Juno Nişantaşı; alkol sonrası bilmeniz gerekenler… 

10612900_10152740832924810_8165885858307731670_n

2 gün sonra bu kez Nişantaşı’nda Bacardi eventindeydik. Deneyimli bir barmen olan Öztürk Koca’dan hem yeni bilgiler edindim, hem de bildiklerimi doğrulamış oldum. Örneğin alkolden önce içilen zeytinyağı pek de iyi bir fikir değilmiş. Ve gecenin sonunda kahve içmek de öyle. Bundan böyle kimsenin ağzına Türk kahvesi fincanı dayamamak gerekli, kahve ertesi sabah için yapılacak bir şey. Bunun yerine bol su içilebilirmiş. Ve domates suyu da mideye iyi geliyor. Ayrıca bulabilirseniz bir aspirini suda eritip içmek de iyi bir etki yaratıyor. Alkol alırken yerimizde sabit durmak, dans etmemek de masada sağlam kalanların arasında olma ihtimalimizi güçlendiriyor, biliniz.

Önce bir mojito ve enfes atıştırmalıkların ardından mini tarih dersiyle beraber bir Cuba Libre kokteyli hazırladık ellerimizle. Ve yine en güzel fotoğrafı çekene Bacardi’nin bir hediyesi vardı. Ne olduğunu göremedim açmadılar ama :)

Ardından Postkolik’in partisine geçtik. Bu arada Postkolik’ten ilk kez haberdar oldum ve son sayısını dikkatle inceledim, son derece kaliteli, her yerde bulamayacağınız kültür-sanat haberlerini, etkinlikleri uğraşmadan sizin için hazırlıyorlar.

10407869_10152741228184810_5011161802386412571_n

Fazlaca duman altı kaldığımdan ben erken ayrılmak durumunda kaldım ama kalanların çok eğlendiğini duydum.

Diyeceğim o ki eylül iyi ki geldi. Güneş enerjisiyle çalışan biri olarak umarım bu şekilde mevsimsel depresyona girmeden atlatıveririm bu dönemi…

Ve hem bu güzel fotoğraflar hem de beni evdeki cenin pozisyonumdan çıkartıp insan içine soktuğu için de Cem Karakuş’a teşekkürü bir borç bilirim.

Enerji temizliği deneyimim: “Yüksek Benliğim ve Ben”

10-11 yaşlarındayken odamdaki divanın altında onlarca “Bilinmeyen” dergisi bulmuştum. Levitasyon, arada kalmış bedensiz ruhlar, Kirlian fotoğrafçılığı, astral seyahat, duru görü derken kendimi çatal kaşık bükmeye ya da yerden desteksiz havalanmaya çalışırken buldum.

Görmüş olduğunuz Rus teyze, yeteneğini onlarca kişinin önünde, fotoğraflatarak kanıtlayanlardan, keza Uri Geller de dünyayı dolaşıp herkesin gözü önünde kaşık bükerek ödüyor faturalarını.

Babam zamanında metafizik cemiyetindeyken almış bu dergileri, fakat sonraları cemiyette ona da saçma gelen şeyler olmaya başlayınca ayrılmış, dergiler divanın altına atılmış. Bu tip konularda inanılacaksa bile insanın çok ölçülü, kontrollü olması gerekiyor bence.

Yoksa kendini kaybetmek an meselesi. İyisi mi diyorsun, ÖSS’ydi, kariyer sitesinde CV doldurmaydı derken zaten hayat 20lerin ortalarına geldiğinde epeyce “ciddi”leşiyor, benim için de öyle oldu. Uzun yıllar bu mevzularla ilgilenmedim.

Genelde başım çok ağrır, doktora giderim, ağrı kesici yerine antidepresan yazar, boynum tutulur 1 hafta yataktan doğrulamam, fizik tedavi uzmanına giderim “hayatta her şeyin kusursuz olmasını bekleme, boynunda bir şey yok, adalelerini kasmışsın” der. Her kapı psikolojimize çıkıyor kısacası. Devlet hastanelerindepsikolog imkanı pek olmuyor, psikiyatriste gittim bir kaç kez, sonra özel hastanede psikolog ve psikiyatriste devam ettim. (hatta o maceranın konusu bu yazımda.)  Neyse, zaman geçti, bir arkadaşımın tavsiyesiyle bu kez Davranış bilimleri uzmanı ve varoluş terapistine gitmeye başladım.

Velhasıl, enerji, kuantum, telkin işlerine yeniden el atışım da 2 seneye tekabül etmekte. Kendimi tamamen fiziksel dünyaya kaptırmışken yeniden gözle görülmeyenlere odaklanmak insana sıkıntı veriyor ve inancım da kalmamış sanki. Bir de devam ettirememe sorunum var.

Örneğin EFT çalışmaları(vücudun bazı noktalarına küçük ve ritmik vuruşlar yaparak olumlu telkin cümleleri söyleyip 21 günde yeni alışkanlık  geliştirmek) gerçekten bir takım insanlarda işe yaradığını bildiğim halde 1 kez yapıp bıraktım. Zayıflamak, lisan öğrenmek ve kim bilir zorlandığımız nelere çözüm olabilecek bir teknik aslında… Yapabilseydim EFT sorunun (devam ettirememe) kendisine bile bir çözüm getirebilirdi.

Uzmanımızın geçmiş yaşam terapisi ya da enerji temizliği ile ilgili toplu çalışmaları da bulunmasına rağmen ben özellikle uzak durdum bugüne kadar. Son seansımız biraz enteresandı ve özellikle bunu paylaşmak istedim.

Öncelikle rahat bir koltuğa uzandım, üstüm örtüldü, ellerimi kalbime yakın yerlere koyup gözlerimi kapattım. Sonra yüksek benliğe hitaben sorulan sorulara parmaklarından içinden gelen herhangi birini kaldırarak cevap verdim. (Nasıl oluyor dersen, bilmiyorum. Aklımdan geçen parmağımı kaldırdığımda “evet” mi “hayır” mı demek oluyor, yahut aslında hangi parmağını kaldırdığının önemi yok mu bilmiyorum.)

Sonra ayak bileklerimden başlayarak vücudumdaki çakralarda nasıl ne renk, ne şekilde enerjiler hissettiğimi ve bunların ne zamandır orda olduklarını belirlemeye çalıştık birlikte. Örneğin sol kolumda soğukluk, bacaklarımda gerginlik ve gri bir enerji, göğsümdeyse daralmaya sebep olan pembe bir enerji tanımladım. Sonra bunlar üzerine telkin cümleleri kullandı. İçimden gülmek geliyor açıkçası böyle durumlarda.

Neyse, seans sonlandı, terapitsim “bazı cümleler yazacağım ve bunları tekrarlamanı isteyeceğim” dedi ama “hiç boşuna uğraşmayın çünkü yapmayacağım, inanmadan da bir şey yapmak istemiyorum” dedim. Gerçekten de biliyorum kendimi. “O zaman bir kaç gün sonra haberleşelim” dedi.

O gece yastığa başımı nasıl koyduysam sabah öyle uyandım dostum. Bunun nesi garip dersen, kendimi bildim bileli burnumdaki tıkanmadan dolayı uyuyamam ben, ya da sık sık uyanırım, derin uykuya hiç geçemem, ameliyat bile oldum ama bir değişiklik olmadı. Fakat nasıl olduysa işte 4-5 gecedir uyuyorum. seans sırasında bahsi geçen ve beni gülümseten “ışıklı varlıklar, onlar, bunlar” mıdır bunun nedeni, ya da psikolojik olarak mı düzeldi bazı şeyler bilmiyorum açıkçası ilgilenmiyorum da. Gerçek olan açık bir nefes yoluyla uyanma duygusunu yaşamak.

Bu hakikaten inanılmazdı.

PS: bu yazımda bulunan Nil Gün Psiko Kinesiyoloji 1. videosunun 55.. dakikasında da benzer bi şey göreceksin. Bu sistem ağrılar için de kullanılıyormuş. Bu arada ilginç bir bilgi, vücudun sağ tarafındaki ağrılar her şeyi kontrol etmeyi sevenlerde, kontrolü kaybetme korkusu yaşayınca olurumuş, sol taraf ise yaratıcı gücünü kullanamadığınızı hissettiğinizde yaşanırmış. Sırttaki ağrılar geçmişteki kıskançlık, kızgınlık, affedemeyiş sebepliyken ön taraftaki ağrılar da şimdiki anın içerisinde yaşanan sorunlardan kaynaklı. Böylece sağlı sollu girişen ağrılarımın sebebini de çözdüm, sende de varsa videoların tamamını izlemende fayda var.

Antidepresanlarla Düzeyli İlişkilerim

nasilnevrotikhanimoldum

Bir farmakologdan daha uzağa koşabilir miyim bilmiyorum ama antidepresanlar konusunda fahri doktora sahibi olacak kadar kullanmışlığım var. Şaka bir yana sadece profesyonel bir danışanım sadece; teşhisler her zevke hitap eden cinsten; depresif nevroz, major depresyon, obsesif kompülsif bozukluk, panik atak…

Bu rengârenk, sevimli yasal uyuşturucularla ilişkim 5-6 yıl önce başladı. Denedim, yaşadım, bıraktım, yenisiyle tanıştım, “ilişki tıkandı,  ara verelim” dedim, devam ettim, geçen sene ise tamamen terk ettim. Bir kaçıyla ilgili başımdan geçenleri ve etkilerini paylaşmak istedim.

1213089438prozac0226

Ondan sadece mutluluk istemiştim – Prozac

Prozac “mutluluk hapı” olarak geçer, duymuşsunuzdur.Bu yüzden hala trendy bir antidepresan. Hem hapı, hem şurubu bulunmakta. Aldığım eczane çalışanı (eczacı demeye dilim varmadı) “aay sana da mı prozac tavsite ettileer, biz dün Gülnihal’le denedik gül gül öldük burda vallaa!” diye övgüler eşliğinde bana verdi. Bir kaç hafta denedim, bende bir etki göstermedi. Üstelik de kadınlar kulübünde, ekşisözlükte şurda burda yorumlara bakıp “ulan millet uçuyor, kafalardan kafalara  koşuyor bende niye bişey olmuyor” diye daha da ümitsizleşip  bunalıma girdim.

Zedprex_20mg_Kapsul

Aklımı aldı ama güven sorunum vardı- Zedprex

Üniversitedeyken yine devlet hastanesinde bir psikiyatriste gittim. Yine notlar alındı, yine ilaç yazıldı, bu kez Zedprex. Bunu da 3 hafta gibi bir dönem kullanıp  yarım bıraktığımdan dolayı yorum yapmam ne kadar doğru olur bilemem ama oda arkadaşımın hakkımdaki yorumunu paylaşmak isterim; Sana noldu, kafan basmıyor?

Neden bunu söyledi derseniz, Esenler Otogar’da yan yana iki otobüsten sağdakine bagajımı verip soldakine bindim, bir güzel yerime yerleştim, dışarıdan ağzı açık bana bakan arkadaşıma da “Eee hadi binsene” diye işaret ettim. Vizelere az kala yaşadığım bu olaydan sonra, sınavlardaki halim ne olur diye düşününce güvenemedim ve Zedprex’le vedalaştım.

seroquel

Tek Gecelik ilişkim; çarpıcıydı ama bağlanmaktan korktum – Seroquel

Zedprex’i kullandığım dönemlerdi sanırım, Yanıma ilacımı almadığım bir gün başka yerde kalmam gerekti. Saçma bir tavsiyeyle antidepresanıma ara vermemek adına Seroquel aldım. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, sıçrayarak uyandığımda sandalyeden yana doğru kaymış, 90 derecelik açıyla duruyordum. Yere düşmeme 1 saniye kalmıştı! Ordan nasıl kalktım, eve nasıl geldim son gücümle bilmiyorum; “Bana bişey oldu ben yatıyhsszzZZZ” diye kendimi ilk bulduğum kanepeye bıraktım.

5 saat uyumuşum… Çok da dinç uyamadığımı söylememe gerek yok herhalde. Ancak çok büyük bir acı, bir sinir krizi falan geçirmedikten sonra Seroquel’i bir daha kullanacağımı zannetmiyorum.

wds_cipralex20mg28tabİlk uzun süreli ilişkim- Cipralex

İyi hatırlıyorum, sıkıntılı bir iş dönemiydi. Mutsuzdum, stresliydim, ne yapacağımı bilmez halde Gayrettepe’den Mecidiyeköy’e doğru yürürken meydanda birden durdum. Kafamın içerisinde bir ses: “eve gidemiycem…” Ve bu ses bana ait değil. Nefesim hızlandı, sırtımdan ter boşanır gibi oldu, iş çıkışı hızla her yöne koşturan koyu takım elbiseli insanlar sağımdan solumdan geçerken onları böcekmiş gibi hayal ettim… “Metrobüse binemiycem, çok kalabalık… Kaldım burda”  Yine o ses! Durum 1 dakika kadar sürdü, ertesi gün çalıştığım yere dünya tatlısı bir psikolog geldi, Reyhan Algül. Dedim ki size bir şey sorma istiyorum, sadece bir olay anlatacağım bana aklımı kaçırmış mıyım onu söyleyin yeter!” Reyhan hanımla tanışmam ve bir buçuk yıl boyunca danışanı olmam bu şekilde oldu. Psikiyatristimse  bana Cipralex reçetesi yazdı. 20 mg kullandım 2 yıl kadar.  Evet gevşetti, sakinleştirdi ama çok uyuttu, hafızamda yakın dönem anılarım bile hala flu.

Bu arada psikiyatristimle sadece 3 kez görüştüm çünkü iyi dinlenmediğimi düşündüm. Bir de bana yazdığı konsantrasyon arttırıcı başka bir ilacı nöroloğa yazdırmak için gittiğimde “bu ilaç cipralexle kötü etkileşime girebilir, yazamam” dediği için tamamen bıraktım. Doğru bir karar mıydı, tartışılır.

Sonrasında kendi kendime ilacı yarıma, çeyreğe düşürüp bir kaç ayda bırakmam gereken ilacı 3 haftada bünyemden saf dışı edince yaşadığım şey, yoksunluk krizinden halliceydi. Geceleri olmayan sesler duydum, uyuyamadım, ensemden elektroşok yemiş gibi oldum, terler boşanıyor zannederken buz gibiydim vesaire.. Neyse ki atlattım.

Şimdi problemlerimi tamamen geride mi bıraktım? Yoo..  Ama yolumu değiştirdim. Kendimi legal ya da illegal olarak uyuşturmadan, zaman zaman koçluk yardımı alıyorum, psikolojiyle ilgili elime geçen her şeyi okumaya çalışıyorum. Yoga ve pilates yapıyorum (zaman zaman üşengeçliğime yenilip kocaman aralar versem de :)

Son olarak Antidepresan kullanıcılarına subjektif bir değerlendirme yapmak isterim. O ilaçları kullandığın sürece dünyayı gerçekliğin dışında görüyorsun. Ve her ilacın getirisi olduğu kadar götürüsü de var, sonuçta hiç biri doğal değil kimyasal. O yüzden özellikle benim gibi sinir ve obsesyon sahibi idiysen, eskiden sinirlendiğin ama ilaçtan sonra sinirlenmediğin durumlara bakış açında ne fark var? Ne düşünerek sakinleşebiliyorsun, ya da üzülüp ağlama krizlerine girerken ilaçtan sonra neden ağlamadın, sakin karşıladın? Kendinizi nasıl teskin edebildin, onlara odakla, hatırla. Ancak böyle değişim yaşarsın.

Bir de bonus olarak, anlık çözüm önerim olacak;

toblerone-dark-3Valla geyik değil. Bir parça bitter çikolata sana kilo da aldırmaz, beyninden seratoninler vücuduna hücum etmeye başlar.  Üstelik nöronlarının da çikolataya ihtiyacı var!

Not: Burada yazılanlar tamamen kendi fikirlerimdir. Kimseye ilaç, tedavi tavsiye etmek gibi bir niyetim yoktur. Her ilacın her bünyeye etkisi yan etkisi farklıdır. Bununla ilgili çok fazla yorum geliyor, belirtmek isterim ki, bazı kamu sağlığı kuruluşlarının, üniversitelerin ve belediyelerin ücretsiz psikolog  ve psikiyatrist hizmeti var. Bulunduğunuz yerde mutlaka araştırın.

İkinci not: Bu posta cevap yazan kimyager bir okuyucunun mailinden bazı şeyler aktarmalıyım; Kullandığım ve bahsi geçen ilaçların hepsinin ana maddesi aynı imiş. Bunun yerine kendisinin tavsiyesi şu olmuş; Solgar’ın 5HTP isimli kapsüllerini bir süre kullandıktan sonra kendinizi mutlu hissetmiyorsanız seratoninle bir probleminiz yok demektir, bu halde yapılması gereken diğer hormon seviyelerinin kapsamlı kontrolü olacaktır. Ayrıca sporun da depresyona çok iyi geldiğini söyledi. Kendisine teşekkürlerimle beraber paylaşmak istedim…

“Kitaplarla kişisel gelişilir mi?” vs. “Wayne Cook Duruşu”

Kişisel Gelişim son derece moda bir konu olduğundan herkes bu konuda bir şeyler yazdı, “Nasıl işinizi büyütürsünüz” “mucize diyetle forma girin” “kolayca zengin olmak hayal değil” türü yazılar interneti , kitaplar rafları doldururken aslında bana sorarsan-ki yeterince kişisel gelişim yazısı/kitabı okuduğumu düşünüyorum- çoğu kirlilik.

Yeni Başlayanlar için Aykut Oğut stayla Kuantum Olumlama 

Aykut Oğut’un Dharma Yayınları’ndan çıkan Evrenden Torpilim Var adlı kitabıyla başlayan furyaya epeyce yazar katıldı. Okudum ve bence kitap Amerika’yı yeniden keşfetmiyor, çok özel bir bilgi vermiyordu ama inanılmaz ilgi gördü. Sonrasında Ayna kapaklı kitap ve son olarak da eşi Esra Oğut’la birlikte yazdıkları “Bu Egoları Şişirsek de mi Saklasak” çıktı.

aykuttesraa

İşin enteresan yanı, iyi oyuncu, Amerika’da Hollywood stüdyolarında dublaj yapan, en iyi erkek oyuncu ödülü alan biri olarak anlatıyor kendisini ama  hakkında imdb’de dahi pek bilgi bulamadım. Yazar kimliği çok daha ön planda. Bir de Ay-Ra şehri adında, kişisel gelişim siteleri var kendilerinin, ki o da danışmanlık ücretleri gibi (bana göre) epey tuzlu bir kayıt ücreti karşılığı hizmet veriyor.

Kitaplarında  kuantumu, olumlamaları vs çok yüzeysel anlattığını düşünsem de yazılarının en iyi kısmı, yaşı, eğitim seviyesi ne olursa olsun herkesin anlayabileceği bir dil kullanması, basite indirgemesi benim de hoşuma gitti. Zira kuantuma ilgi duymayan insanlar için başlangıç seviyesi işlevi görmüş. Doğrudan çift yarık deneyi, Schrödinger’in kedisi, paralel evrenler dese kimse ilgilenmezdi.

Darel Rutherford’dan “Çözüm Olmak”

Aykut Oğut’un “hocam” diye bahsettiği Darel Rutherford’un kitabı olan “Çözüm olmak”ı inceleme fırsatım oldu. Daha ayakları yere basan bir kitap gibi geldi bana.

cozum-olmak

Kitabı, bir D&R’da inceleme, bir kaç sayfasını okuma fırsatım oldu. Örneklemeleri, yol gösterme şekli hoşuma gitti. Türkiye’de de istediğinden âlâ bir PR fırsatı elde etti öğrencileri sayesinde.

Kızıl ve sempatik beyin formatçısı; M. Barış Muslu “Yıka Beynini”

Kitabı bu sene aldım ama aylardır bitmedi, bana biraz zor geldi galiba. Bu işler sabır işi. Neuroformat/Nöroformat önerisiyle karşımıza çıkan kitap, Amerika’da NLP eğitimi almış ve kendi sistemiyle beynimizi formatlayarak inanılmaz değişimler yaşayacağımızı iddia ediyor. İçinde gerçekten ilgini çekebilecek bir şeyler bulacağına eminim.

“Kocama dün nerdeydin diye sorayım bakalım, sola mı bakacak sağa mı?” Kitabın amacı tabi ki yalan yakalamaya çalışmayı öğretmek değil.  Okuru daha çok sağ taraf, tasarlama kısmı ilgilendirmeli. amacımız değişmek. Kim olduğunu, ne olduğunu ya da olacağını tasarladıktan sonra “olmak” mümkündür der kitap.

Wayne Cook duruşu da beni şaşırtan bilgilerden biriydi. Denedim fakat dikkatimi mi veremiyorum desem, yoksa komik mi geliyor bilmiyorum, tam kullanamadım bu duruşu amaca yönelik.

waynecookdurusu

Hanım kızımız yoga falan yapmıyor, Bu çaprazlama duruş, disleksi ve kekemelik tedavisinde kullanılıyor. Ellerini ve ayaklarını çaprazlama tutarak yapacağın olumlamaların daha etkili olabileceği söyleniyor. Bu duruşun amacı, Corpus Callosum‘unu harekete geçirmek. İngilizcen yoksa bile izlemeni tavsiye ederim, bir fikir verebilir;

Bu ve bunun gibi daha bir çok bilgiyi kitapta bulman mümkün. Bence piyasadaki elle tutulur bir şeyler anlatan, hayal dünyası yerine bilimsellik içeren bir kaç kitaptan biri budur. Yani okuma sırasında sondan başla.

PS: WAYNE COOK duruşuna epeyce ilgi var gördüğüm kadarıyla. Eğer duruşun nasıl yapıldığıyla ilgili görüntülü ve daha açıklayıcı bilgi almak istersen, bu yazımdaki Nil Gün videosunu izle, isim olarak bahsetmiyor ama üstteki fotoğrafa benzer hareketi göreceksin. ilk videoda 01:04:00 te ve 01:10:00da değişik versiyonlarını  bulacaksın.

“Kişisel Gelişim Çok Güzel, Gelsenize!”

Genetik olarak sinirli, takıntılı, aşırı hassas, ruhsal zemini kaygan-gittiğim psikologlardan birinin tabiriydi bu- kompleksli ve ezik bir teenage dönemi geçirdikten sonra hasarlı devam eden yıllarda epeyce psikolog ve psikiyatr kapısını aşındırdım. Ne doktorlar ne ilaçlar derdinize temelde çare olamıyor.

Afrika’daki açları düşünüp önüme sunulan nimetlerden memnuniyet duymayı başaramadım, ya da kanserli çocukları düşünüp hayatın çok güzel olduğunu hatırlamam gerektiğinde 1-2 günden uzun sürmedi. Hep suratsızdım, bulduğum her fırsatta hep şikayetlendim. Kötü nefesimle çevremdeki herkesi boğdum. Ta ki “e yeter bu halim” deyip sazı elime alıp kişisel gelişimle ilgilenmeye başlayana kadar.

Sana beni gerçekten etkilemiş olan bir video seçkisi yaptım, belki hepsini gördün, belki de bazılarına rastlamadın. O halde başlayalım.

İyimserlikte 108 yıllık mihenk taşı. Alice Herz. 

aaliceherz

Teyzemiz röportaj yapıldığı sıralarda 108yaşını sürüyor. Bir yahudi, bir anne, bir piyano virtuozu-ve 2006’da ölene kadar piyano çalmış- ikinci dünya savaşından da nasibini almış, oğluyla beraber toplama kampına gönderilmiş ve güçlü duruşundan mı, şansından mı bilinmez, holokosttan kurtulmuş. 25 yılını kanserle geçirmiş.

Alice Herz Sommer röportajını Türkçe alt yazılı olarak buradan izleyebilirsin.

Pesimistlere Tokat gibi; Nick Vujicic

nnick-vujicic

Nick Vujicic. Bu güpgüzel gözlü, şahane gülüşlü adam, doğuştan kolsuz bacaksız ama ölümüne mutlu! Gülben Ergen gibi “magazinci görünce porselen dişlerini çıkaran” değil, yanlış olmasın. Samimi mutlulardan. Ve hayat dolu. Bize nispet yapar gibi.

Kısaca bi göz atmak isteyen varsa Nick’in hayata bakış açısı şöyle

Daha uzun ama etkileyici olanı, vaktin varsa Türkçe altyazılı olarak bunu izlemeni tavsiye ederim.

Ve şimdi de bu harika adam evlenmiş. Meraklısına, mutluluk pozları burada

Harika (mı) Çocuk Steve Jobs; Aç Kal, Budala Kal

sssteve-jobs

Apple’ın kurucusu Steve Jobs’ın biyografisini okuduğumda adama olan sempatim nerdeyse yok olmuştu. Apple’ın kurucusu, imac, ipod, itunes’un yaratıcısı olarak bilinen Jobs aslında sırtına basarak geçtiği insanların ismini anmayan bir patron olarak akıllarda kalmış. Bu küçük dedikodudan sonra her şeye rağmen beni benden alan bu konuşmasını bu bölüme koymadan olmazdı.

Kadife Sesli Kişisel Gelişimci Nil Gün ve Bedenin Bilgeliği 

nnilgun

Artık finale yaklaşıyoruz. Hep ecnebilerden gidecek halimiz yok; ülkemizde de konuyla ilgili çok değerli insanlar var. Sesiyle. anlatımıyla dünya tatlısının vücuda gelmiş hali gibi gözüken Nil Gün’den psiko kinesiyoloji semineri. Vücudunuz size fark etmediğiniz yorgunluğu, açlığı, sevmediğiniz yemeği, istemediğiniz sevgiliyi (bunu ben uydurdum) size söyleyebilir mi? Sanırım evet. Umarım linki kaldırmazlar da herkes yararlanabilir.

Üşenme, bunu da izle. Son zaten

Video önerilerim şimdilik böyle. Yine eklemeler yapabilirim. Takipte kal.

——————  fin————————

Seyr-i Yorum : “Geçtim Ama Tiyatrodan”

14123270721970588561-b

Bu sezon pasımı silmek için devlet tiyatrosundan bir oyunla başlangıç yapmayı tercih ettim. Aslında oyunla alakalı pek fikrim yoktu ama boş koltuk bulabildiğim en yakın tiyatro Cevahir sahnesi olduğundan bu oyunu tercih ettim. İyi ki de etmişim.. Son yıllarda izlediğim en iyi oyunlardan biri olmasının yanı sıra, çocukluğumdan aşina olduğum seslerin sahiplerini; Şahin Çelik ve Selçuk Kıpçak’ı sahnede izleyebilmek de beni ayrıca mutlu etti.

1412938693898371471-b

“Yeton Neziray’ın kaleme aldığı, Senem Cevher’in çevirisini yaptığı oyun, Kosova devlet Tiyatrosu’nda geçmektedir. Uzun zamandır Devlet Tiyatrosu’nda çalışan ve maaşlarını alamayan tiyatro sanatçılarına Spor Bakanı Sekreteri tarafından bir emrivaki teklif gelir. Başbakanlık, Kosova’nın bağımsızlığını ilan edeceği tarihte sanatçıların bir gösteri yapmalarını ister. Ancak bağımsızlık günü belli değildir. Dahası başbakanlık genelgesinde konu sınırlaması/ sansür getirmiştir. Bu süreçte tiyatrodaki oyuncular, yapım için çalışmaya başlarlar. Ancak karşılarında devlet bürokrasi, rüşvet, çıkarcılık ve sahtekârlık vardır. ” size neyi hatırlattı? Durun durun söylemeyin… Gerçekten bu oyunun tüm sezon izlenmesini istiyorum hazır gözden kaçmışken.  Bu arada konstantre olup replikleri kaçırmamaya bakın. Bir kaç cümlede bir yakalayabileceğiniz göndermeler müthiş! Oyunun orijinali bile bu kadar eğlenceli değildir gibi geliyor bana.

Kısaca; orantısız zekayla yazılmış ve uyarlanmış bir metinle karşı karşıyayız. Oyunculuklar beni benden aldı… Aklımda kalan tek sözü “Yüreğim ediyor cıs” olan şarkı çok sevimliydi, Rejisinden yazanına, oynayanına, ışıklarından, dekoruna, kostümüne, müziklerde emeği geçenlere kadar herkesin eline sağlık.

ÇAYA MI ALIŞMAK LAZIM: COFFEE FESTİVAL İSTANBUL

IOMBcDPi

Günlerden pazardı, lokasyonlardan Karaköy’dü, bir öğleden sonraydı ve ben bir festivale katıl(ama)mak için en tuhaf zamanı seçmiş olmalıydım. Evet, bu yıl ilkinin düzenlendiğini okuduğum İstanbul Coffee Festival’e doğru yol alıyordum almasına ama Fındıklı’yı biraz geçince kaldırımda yürümek zorlaşmıştı. Ve bir uğultu geliyordu uzaktan. Bir süre sonra “Arkadaşlar! Biletler tükendi! Lütfen boşaltalım burayı lütfen bu kuyruk dağılsın!” nidalarını duyunca, ne boyutta bir kalabalıkla karşılaşacağımı o anda anlayabildim.

Neyse ki son dakika bilet bulunur düşüncesiyle gitmemiştim. Kapıdan insanları yara yara girdiğimde ilk hissiyatım biraz panikti açıkçası. Kalabalık yerlerde kendimi çok iyi hissetmiyorum ve içeride bilmemkaçyüz kişinin tükettiği oksijenden arta kalanları kullanmam gerektiğini anladığımda  yarım saatten fazla kalmamam gerektiğine karar verdim.

Önce şunu söylemem gerekli, Galata Rum Okulu, şimdiye kadar önünden defalarca geçip farkında olamadığıma şaşırdığım muhteşem bir yapı. Öğrenci az diye kapatılmış, ama mutlaka aktivitelere ev sahipliği yapması gereken bir yer.

festivalcoffee

Her neyse, benim gözüme kestirdiğim bir kaç workshop vardı. Ama açıkçası o konserve kutusu tadında kalabalıkta üzerime kahve boca edilmesin, bir yere takılıp düşmeyeyim diye uğraşıp zaman kaybederken 5 katlı mekanda nerede ne var hiç göremedim. Bilet ücreti ne kadardı hiç bir fikrim yok ama “madem ödedim en az 8 bardak kahve içmeliyim” diye uzatılan bardakları kapmaya çalışacak kadar da yüksek olmamalı.

İlk olarak kendimi odalardan birine attığımda Nespresso Standına rastladım ve en çok kalabildiğim, sohbet edebildiğim stand bu oldu. Artık dilinde tüy bitmiş bir hanımefendi, kaybetmediği enerjisiyle hem bana özel küçük bir seminer verdi, hem de espresso ikram etti. Ben kahvelerin sertliği ya da yumuşaklığının çekirdeklerin elde edildiği bölgeyle alakalı olduğunu düşünürdüm, halbuki orta amerika çekirdeklerinden yoğunluk derecesi 10 ya da 3 olan espressolar içebilirmişiz, kavrulma şekliymiş esas olan. Ben epey yoğun olan kırmızı meyveli (Rosabaya de Colombia olmalı) bir espresso tattım. Daha önce espresso içmemişim diye düşündüm. Biraz sert geldiğinden şeker koymak zorunda kaldıysam da espressonun gerçek tadını yakalamak isteyenler şeker ve sütten kaçınmalılar.

Yine o kalabalığın içine girip bir başka salona daha attım kendimi, kahve makinelerinin önündeki kalabalığa karıştım. İki barista, elinde mikrofonla ziyaretçilere sevdikleri kahveleri hazırlamayı gösteriyorlardı. Sağolsunlar mikrofon iyi fikir ama şehirler arası otobüs muavini gibi çıkıyordu sesleri, bir şey anlaşılmadı, tek görebildiğim süt köpüğünden nasıl kalp yapıldığıydı. Eğlenceli bi şey olsa gerek.

Bu arada yorulup dinlenmek isteyenler için tek görebildiğim 2 kişilik bir koltuktan başkası değildi. Orda da girdim gireli aynı kişiler oturdu kaldı zaten.

5 kat dolusu stand vardı muhtemelen ama ben ikinci katta tansiyonum düşer gibi olunca bir alt kata indim. Son olarak orayı turlarken yukarıda kahve yapımını gösteren beyefendiyi durdurdum. O kalabalıkta ufak bi dinlenme molası hayaliyle -zannediyorum coffee manifesto- standına gidiyordu ama ben yakalamışken aklımdaki soruyu sormalıydım: “Bana Kopi Luwak’tan bahsedin!”

Indonesians Farm Civet Cats To Produce World's Most Valuable Coffee

Not: Kopi Luwak Morgan Freeman ve Jack Nicholson ustaların The Bucket List filminde bahsi geçen;dünyanın en pahalı ve en az üretilen kahvesi.

“Onlara inanmayın bizim uydurduğumuz ve hayvanlara zarar veren şeyler. Tıpkı bir makine gibi kullanılıyorlar, iş çığrından çıktı, misk kedileri dışında filler de kullanılmaya başlandı!” deyip işin hiç bilmediğim bir boyutuyla tanıştırdı beni.

Espressonun tadı damağımdan kaybolurken bu kez Jacob’s standından son bir çabayla sıcak çikolata edindim. Bir köşede, çarpışıp dökmemeyi başararak içtikten sonra dışarı çıkıp oksijenle buluşabildim. O süreçteki uzun yolculuklarda beni şaşırtan da 0-2 yaş kucak bebeklerinin hepsinin -çok haklı olarak-avaz avaz ağlamaları ve yabancı olan bizlerin çocuklara komik suratlar falan yaparak ya da başlarını severek susturmaya çalışırken bazılarının ailelerinin “ordan 2 kahve daha alsana, çocuğa da bi süt” noktasında olmalarıydı… Hatta miniklerin kalabalıktan bunalıp, sinirden anne-babalarına atmaya çalıştıkları tokatlardan “medeni mesafesizlik” nedeniyle nasibimi aldım:) Halkıydı yavrular. Ben de olsam “benim ne işim var burda” diye aynı tepkiyi verirdim.

Velhasıl, önümüzdeki yıl ikincisi düzenlenirse yetkililerden ricam; havalandırmalı,  ilk seanstakilerle vedalaşıp yolculadıktan sonra ikinci seanstakilerin alınacağı, ne bileyim çoluk çocuğa,yaşlılara dinlenme odası, ayılana bayılana, sağlık odası falan kurulabilecek bir festivalde buluşalım. Ya da bilemiyorum; çaya alışalım.

Tüm bunların yanı sıra hakkını yemek istemediğim muhteşem insanlar var. Standlarda, ayakta, deli gibi çalışan, sıkılmadan herkesin sorusuna cevap veren tüm barista ve diğer personellerin müthiş pozitif  enerjileri, samimiyetleri, sabrı, güler yüzü de muhteşemdi. Hatrınız bende 40 yıllık!

foto kaynak: http://catpoopcoffeeinc.com/ http://www.gastronomi.com.tr / istanbulcoffeefestival.com

İşaret Dili Eğitimi ve Bir Takım Güzel İnsanlar…

Yazın 1,5 ay boyunca Kadıköy’deki Tasarım Atölyesi ve Engelsiz Pedal Derneği işbirliğiyle gerçekleştirilen İşaret Dili Eğitimine bir arkadaşım vasıtasıyla katıldım. Ve gerçekten işaret dili dışında da işitme engelliler hakkında da çok şey öğrenmiş oldum.

Bu eğitime hem işitme engelliler hem de bizler katıldık. İşitme engelli arkadaşlardan bir tanesi kendini tanıtırken bir yandan tercümanın söylediği cümle bizi şaşırttı: “Biraz İngilizce biliyorum” insan ilk etapta bir gülümsüyor önce. Ben şahsen dünyanın her ülkesinde işaret dilinin farklı olduğunu, onların da yabancı işaret dilini öğrenebildiklerini bilmiyordum. Uluslararası bir işaret dili varmış fakat sanırım çoğu kişi bilmiyormuş. Bir yandan dili öğrenirken tabii arada onlarla ilgili bazı bilgiler, sunumlar da gerçekleştirildi…

10516607_578064552310370_173261362478234195_n

İşitme Engelliler öğretmeni, bir kaç şey anlattı, içimizi acıtan…

Bir engelli öğrenciyle geçen bir diyalog mesela:

Napıyorsun, nasıl anlaşıyorsun ailenle, onlar biliyor mu işaret dilini?

Kardeşim anlıyor, biraz da konuşuyor, annem de biraz anlıyor ama kardeşim tercüme ediyor babamla hiç konuşmuyoruz…

Bir işitme engelli, tercümanla yürütülen bir cinayet davasından müebbet hapis cezası almış. Temyize gittiklerinde başka bir işaret dili tercümanıyla dava görülmüş ve cezası 4 yıla indirilmiş. Sırf para kazanmak için üstünkörü çeviri yapan o tercüman rahat uyuyor mudur acaba? Ve buna benzer çok örnek var, benim tüylerimi en çok diken diken edenlerden biri de şu; aile içerisinde tecavüz vakaları bir şekilde duyulup karakola vs yansıdığında mağdur kişinin çevirmeni de abisi, babası, akrabası.. Belki de suçu işleyen kişi. Davalar böyle aile içerisinde kapanıp gidiyor ve bu insanlar defalarca o iğrençlikleri yaşayıp kimseye anlatamayarak hayatlarını sürdürüyorlar.

Bir işitme engelli kadının Sağlık Bakanlığı’na yazdığı mektubu da okudular.  Eşi ve çocuklarıyla hastanede yaşadığı sorunları, kendisinin “engellilere tanınan öncelik” olmasına rağmen içeri alınmayıp azarlandığına ve ilgilenilmediğine dair. Hiç bir şey anlamadık mektuptan. Hatırladığım kadarıyla geçmiş, gelecek zaman kalıpları ve evde, evden gibi kelime ekleri de yok onların dilinde. “ben hastane gitti doktor olmaz der benim koca çocuk gelır orda almazlar içeri” tarzında cümlelerdi. Derdini bu kadar anlatabildiği için uğralıp bir işitme engelli tercümanıyla tekrar şikayetini sundu mu bilemiyorum… Noter işlemi yapılacağı zaman da bazı işaret dili tercümanları son derece keyfi ve uçuk rakamlar istiyorlarmış kendilerinden. Tabii ödemek zorunda kalıyorlar.

Şimdiyse işaret diliyle beraber, bize öğretmenlik de yapan 4 tane arkadaşımız da olmuş oldu engelsiz pedal derneği ve tasarım atölyesi sayesinde. Bu arada Engelsiz pedal sadece bu eğitimi düzenlemiyor. Önünde makam koltuğu bulunan isikletlerine atlayıp, zihinsel ve bedensel engellileri alıp İstanbul’da güzel bir boğaz havası aldırıyorlar örneğin.

Konuyla ilgili bir videoyu şurada bulabilirsiniz 

Bir görme engelli arkadaşla birlikte bu kez tandem bisikletleriyle Bodrum’a kadar gittiler. Her mola yerlerinde yiyeceklerinden konaklamalarına kadar onlara destek olan güzel insanlarla da tanıştılar. Bir görme engelli bisikletten zevk alır mı diye düşündüm bir an, sonra “rüzgarı ilk kez yüzümde hissettim” cümlesini duyunca O’ndan, sorumun gereksizliğini anladım… Son olarak da adalete dikkat çekmek için Avrupa’dan Türkiye’ye seyahat eden omurilik felçli bisikletçi Funda Müjde’nin hikayesiyle gündeme geldiler. Ekip O’nu, kara sınırı kapısında karşılayıp, Hollanda Konsolosluğu’na kadar bisikletleriyle eşlik etmeyi planlarken Taksim Meydanı’nda Türk Polisi bu grubu “sakıncalı” buldu ve İstiklal Caddesinden geçişlerini engelledi. Konuyla ilgili haberi burada bulabilirsiniz

Engelsiz Pedal’cılar bu gibi projelerle ses getirmeye devam edecek gibi görünüyor.

Ve O’nlara bu konuda farkındalığımı arttırdıkları için özel bir teşekkür.., Sayelerinde İşitme Engellilerin hayatına biraz daha yakından bakabildim.. İşaret diliyle birileriyle anlaşıp o anda yardım edebilirsem, onların hayatlarına en ufak bir dokunuş yapabilirsem bir gün, gerçekten mutlu olacağım. Ulaşmak isteyenler içinse derneğin facebook sayfası şudur  (Fotoğraflar TAK’ın sayfasından alınmıştır)

Migren, Şifa Bedeni ve Almak İsteyene Bazı Cevaplar

66766_470143299700312_1068777237_n

Uzun zaman olmuş yazmayalı. Bir dönem hunharca giriştiğim blog sevdasından beklemediğim kadar uzak kalmışım. Kayda değer bir çok şey olsa da, şu an yakın dönemden bahsedesim var sadece. Upuzun, koskoca bir yaz uğraştığım iki projeden umudu kesmek zorunda kalınca bomboş bir yaz geçirmiş oldum diyebilirim. Gerçekten sinir bozucu.

Yine kendimi durduramadığım zihin karmaşalarının birinde kendime dur demek için dinleyecek, okuyacak bir şeyler ararken Zeynep Alan Güven’i keşfettim. İlk izlediğim videosunda tuhafıma gitti kendisi. Şifa Bedeninden bahsediyordu…

Para tuzağı kişisel gelişimcilerden biri zannettim. Ayrıca tavırları da uslubu da sert geldi bana ilk anda. Fakat izlemeye devam ettim ve şu anda üst komşum olsa çekirdeğimi alıp her akşam gidebilirim kendisine yüzeysellikten uzak, gerçekten bir şeyler bilerek edebileceğim sohbetler var gibi kendisiyle. Ablamız ayrıca bir Galatasaray ekolü mensubu ve İsrail’de Tamamlayıcı tıp okumuş, yine yurtdışında da farklı eğitimlere katılmış. Uzun zamandır da çeşitli konularda eğitimler veriyor ve ZASGE adresinden ona ulaşabilirsiniz.

İkinci beden kısmına inanırsınız inanmazsınız ama anlattığı şeylerden cımbızla çekip alınacak öğrenilecek ve deneyimlenecek şeyler olduğunu kendi adıma söyleyebilirim. Dinlerken kendimle ilgili problemler hakkında notlar da aldım. Tabii, eminim seanslarına katılmanın yerini geçmez, en kısa zamanda katılacağım.

Notlar:

-Migrenin, baş ağrısının sebebi dirençlerdir. Bunu kendi bünyenizin yarattığına kendinizi ikna etmeniz gerekir. Sebeplerinden biri de, cinsel tabular. Kendine yapılan haksızlıkların cinsel çakrayı kapatması baş ağrısına neden olabilir.

-Kendine söylenen her şeye tepki verme; özgürlükle, bağımsızlıkla kendine söylenen şeyi reddetmeyi aynı şey sanma yanlışına düşmekten muzdarip olabilirsiniz.

-Kendine yapılan haksızlıkları, olumsuzlukları unutamamak, affedememek söz konusuysa; kendinizi çok önemsemeyi bırakmalısınız. Ayrıca insan kendi hakkını savunursa etrafından gelen ilgi, şefkat azalır korkusu taşır, bu yüzden dışarıya ve kendisine karşı mağduru oynamaya devam edebilir, yani bundan bir çıkarı vardır.

-Gözlerinde bozukluk olanların, karaciğer enerjisinde de bozukluk vardır. Bu kişilerin adaleleri, kasları zayıf olur. Akupunktur ve karaciğer detoxu, çözüm olabilir.

-Varolan durumu kabullenirseniz ondan özgürleşirsiniz.

-Öfke yaratıcılığın tohumudur. Öfkeniz fazlaysa içinizdeki potansiyeli kullanıp üretmiyorsunuz demektir. Bir şeyler üretin.

-Hastalıklar, vücudunuzun kendisi karşısında vereceği tepkiyi görmek ister. Kendi düşman parçalarımızı kabul etmemiz lazım. İnsan hastalıklarını, ondan öğrenmesi gereken şeyler olduğu için yaratır. İnsan, varlığından utanç duyduğu parçalarını kendi içinden çıkarmak ister ama bu mümkün değildir. Kendi içimizin bütün alanlarıyla yüzleşmemiz gerekir.

-Dış dünyaya kızıp sinirlenme, kendi içini dönüştür.

 

 

Şile vs Kabakoz

PhotoFunia-1c75e3cNihayet bir defalığına, zaten gereksiz olan yarım günlük mesaim kendi kendini imha etti. iş arkadaşımın hastalığı nedeniyle kendi kendimi de cumartesi ofise gitmekten  kurtardım!

Bir gün önce iptal etmek istediğim motorsikletle Şile’ye gitme planımı erkene aldım ve vakitlice yola çıktık. Motorla ilk tecrübem, hevesimi kırmak istemeyen kuzenimin sevgilisinin beni alıp Moda’dan Kadıköy’e getirmesiyle olmuştu. Ama mevsimlerden kıştı, ve hayatımın en uzun farenjitini yaşadım. İkincisiyse Gayrettepede ahmak ıslatan yağmurunun altında adres sorduğum kuryenin halime acıyıp beni kebapçı motoruyla gideceğim yere bırakmasıydı. O da 3 dakika sürmüştü.
PhotoFunia-1c946cb
Evet, motorsikletle ilk kez uzun yola çıkacaktım, fakat tam bir extrem spor cahili gibi çok bol şortlu tulumumla gitmiştim.
Tam da tahmin ettiğim gibi yolda binek araçlarından kamyonlara kadar çeşitli şoför ve yolculara, çeşitli bölgelerimden dekolteler verdim. Verdim ama neyse ki kasktan dolayı çok utanmadım.
Kafam doludur. Odaklanma problemim vardır. Bu durumdan nefret ederim. Otobüsle bi yere gidiyorsam, mesela o yolun 10 dakika süreceğini biliyorsam dalıp gitmelerimin ardından sıçrayarak kendime gelirim ve “1 saat olmuştur kesin geç kaldım” diye düşünürken daha 5 dakika olduğunu fark ederim. Yoga yap dediler, hoca gevşettikçe gevşetti; salonda uyuyakaldım. Spora git dediler, koşu bandında 8’le koşarken kafamın içinde bir takım insanlarla, kalp kırıcı monologlu tartışmalar yaşadım.
Diyeceğim o ki dostlar, Motorsiklet adamı ensesinden tutup sarsıyor bu anlamda. Tek düşünebildiğin şey tutunmak… Kurabildiğin tek hayal “şuracıkta kaza yaparsak ne olur?” Olsun, bu da benim için yeterliydi. Hatta bir süre sonra korkum geçtiğinde ellerimi yana açma artistliğinde bulunmaya kalktım ki kollarım o hızla 90 derece arkaya doğru kıvrılınca tekrar tutundum kalbim delice çarparken.
Kıvrıla kıvrıla Şile’ye geldik.
kabakoz
İlk istikametimiz Kabakoz’du… Şile’ye bağlı ve enteresan bi şekilde sonradan keşfedilmiş bir yer değil, Şile’nin en eski yerleşim yerlerinden biriymiş burası. Bizden başka kimse yoktu.
En güzel yanı da Şile’nin aksine burada suyun durgun olmasıydı.
 Hazırlıklı gelmiş olan arkadaşlarım sayesinde, şnorkellerimizle su altını görme fırsatımız da oldu. Keşke yosun ve su altı bitkisi fobim olmasaydı da kayalara yaklaşabilseydim. Tam fotoğraflık bir yer.
Günün sonunda kendi çöplerimizi toplarken tabii ki gezi ruhuna nail olan insanlar olarak deodorant, sabun, çocuk terliği, çamaşır suyu, bira kutusu gibi, gelenlerin güzelim sahile atmakta sakınca görmediği garip çöpleri de topladık.
2013-08-03 18
Buranın köylüsü olsam turistler buraya inmesin diye elimden geleni yapardım herhalde.
Ardından Şile’ye geldik. Daha önce 1-2 kez gelmiştim. Aklımda pahalılığıyla ve hatır hutur ısıran su böcekleriyle kalmıştı. Hiç çekici gelmez o yüzden.
Çadırda kalmaktan kıl payı kurtulunca burada ne pahasına olursa olsun çatılı ve duvarlı bir yerde kalmayı kabul ettim. Kaldığımız yer, gönül isimli tatlı bir ablanın eviydi.Evin numarası yok, konaklama yeri olduğuna dair hiç bi şey yok. Sanırım sadece bilenler geliyor buraya. Kendileri alt katta yaşıyorlar, üst katlarsa kirada.
Çatı katına çıktık. Bilseydik burada rakı balık yapardık dedirten cinsten bir balkonu var, tam Şile limanını görüyor.
IMG_20130803_210900 A çatılı yerlere de ayrı bir sempatim vardır zaten.
O odayı daha fazla yaşamak isterdim açıkçası, fakat gezeceğimiz yerler olduğundan güzel bir kahvaltıyla odaya veda ettik.
İlk kez gördüğüm Şile Feneri gerçekten güzeldi Hatırladığım kadarıyla daha önce fener de görmemiştim zaten. Müzeye dönüştürülmüş aynı zamanda. Gerçekten güzel bir yer.
PhotoFunia-1c76d5b PhotoFunia-1c66759
Sonraki durağımız Akçakese oldu. Plaja yanaştığımızda yandaki arabadan bir abla seslendi Ve benim bir Belgin Doruk havasına bürünmemi sağlayan canım güneş gözlüklerimin yola savrulduğunu, farkında olup olmadığımı sordu.
Paramparça olmuşlardı tabii. Bir daha motora binerken gözlüğümü tişörtüme asmamam gerektiğini de öğrenmiş oldum.
Akçakese, Şile’nin pahalılığından epey nasibini almış bir yer. İstanbul yakınlarındaki herhangi bir günübirlik kaçış mekanı. Çardakta masa kiralamak 30, 2 şezlon bi şemsiye edinmekse 25 TL’di. Çeşme’yle aynı nerdeyse. Gölgeye mecbur olduğumuz için paşa paşa aldık tabii.
Denize ikinci girişimizde, arkadaşımın baldırında kocaman bir böceği görünce sudan nasıl çıktığımı şaşırdım, her yerimiz yüzlerce böcekti. Hayrettir ki beni ısırmadı. Denize son girişim, kavrulup kızarmamın da sebebi oldu bu böcekler.
Vakitlice toplanıp, çok bol şortunu giyip, güneşin altında kızdırılmış ikibuçuk litrelik kolalarını höpürdetirken beni, onu, tüm kadınları izleyen bir takım hödüklerin markajından çıktım.
son durağımız Karamandere, Saklı Göl oldu. Ördekli, kazlı, inekli, keçili, yılanlı gerçekten doğanın içinde şukela bir yer inşa etmişler. Masadaki güpgüzel böcekler de cabası. Makro objektifimiz bize şahane kareler edindirdi.
PhotoFunia-1c9f454 Fiyatları da uygun sayılır. Köye giriş çıkışta yerimiz olsa mutlaka köy yumurtası ve organik sebzelerden alırdım. Araçla gidenlerin aklında olsun.
Dönüş yolculuğumuz nispeten daha soğuk bir havada olduğundan sıkıca giyindim ve motorsikletle imtihanım da Kadıköy Deniz otobüslerine geldiğimde, beni kas gevşeticilere havale ederek son buldu. bi daha uzun yola motorsikletle gider miyim? giderim.
PhotoFunia-1c6487d

2012 Yaz Hatıratı

Yaz geldi. Yepyeni aktivitelere gidesim var, ama bir yandan da pek tadım yok açıkçası.
Geçen yaz neler yapmışım şöyle bir göz attım kısaca eğlenceli, enteresan anları yazmak istedim.
Rock’n Dark Festival
Hiç aklımda yokken arkadaşım Yunus ve öğrenciyken uzun saç siyah tişörtle gezen, şimdilerin takım elbiseli mühendis arkadaşlarıyla gittim bu festivale. Saat 18:00’da başlıyordu. Şöyle bir göz attık, etraf nerdeyse bomboştu. Hemen yandaki G-Mall’a gidip kafesinde oturduk. 19:30 gibi alana döndüğümüzde kaçırdığımız bir şey de olmamıştı açıkçası. Yarışma elemelerinde dereceye girip bir kez daha sahneye çıkan grupları uzaktan dinledik. Bu arada ilk kez mısır unuyla ve minik küp patateslerle kaplanmış çöpte sosis yedim. Çok lezzetli ama bolca kaloriliydi. Melis Danişmend çıktı sahneye, kendisi candır şarkıları eğlencelidir ama popülasyon dolayısıyla mı nedir enerjisi pek yoktu. Herkes sahnenin en uzağındaki çimlere uzanıp takıldı Ta ki Duman grubu sahne alana kadar. Duman gerçekten iyiydi ve insanları ayağa kaldırabildi.
Rock FM’den bir yetkili, sahne aldı, birkaç espri kılıklı laf söyledikten sonra ilk kez gördüğüm bir şey yaptı. Üçüncüyü açıkladıktan sonra ikinciyi açıkladı. Birinci anons edilmedi yani, adamların heyecanı kursağında kaldı ikincilerin kafası karıştı. Neva Grubu, 2. Olduğu için epey üzgündü. Birinciliği elde eden Ahali grubu da dijital albümünü bitirmiş duyduğuma göre. Hayırlısı.

Efes Pilsen One Love Festival

Bir cast görüşmesinde tanıştığım menajer arkadaşım Veli’nin vasıtasıyla Ahali grubunun sahne alacağı Efes Pilsen One Love Festival’e katılmak üzere ilk kez Bilgi Üniversitesi kampüsü içerisinde yer alan Santralistanbul’a gittim. Ve malum durumu öğrendim. Hükumet, orası kutsal bir mekandır ve burada alkol alamazsınız gibi bir açıklama yapıp festivali sabote etti. (işin tuhafı satralistanbul’un yakınında bir camii, mescit, ne bileyim türbe değil, Osmanlı zamanının su deposu gibi bir şey var, nasıl bir kutsallık atfediliyorsa bilemiyorum artık.) Saçma sapan bir şekilde Efes Pilsen yazısının üzeri kapatılıyordu. Ve son ana kadar bildiği halde açıklama yapmayan Anadolu Grubu, içeride alkolsüz bira sattı gece boyunca. İşin garibi “rahatsız oluyor” dedikleri Eyüp halkı Santralistanbul’un kapısına gelmiş, dışarıda içip mekana dönmek üzere duran yüzlerce kişiye sıcak biraları 10 TL’ye kakaladılar bi güzel.
Neyse, Damien Rice ve Kaiser Chief’s şahane performanslarıyla kaçan tatları biraz yerine getirdiler.

Bu arada alternatif sahnenin oraya yemek yemeye gittiğimizde, “ezan sesinin üzerine söylesek mi söylemesek mi” kararsızlığıyla söylenen şarkılar ve dolayısıyla bir kakafoni vardı. Aslında santralistanbul bunun için gerçekten uygun bir mekan değildi bunu da görmüş olduk.

Onca tweet, onca “noluyoruz?” boşa gitti maalesef. Neyse ki sahne arkasında normal bira alabilme şansı vardı.
Tarkan Konseri, Harbiye Açık Hava


Veee.. Onca sevdiğim, bayıldığım adam, Tarkan’ı izlemek ilk kez kısmet oldu. Gerçekten bakışıyla gülüşüyle sesini kullanışıyla “dudu dudu” albümünü görmezden gelirsek en sevdiğim adam!
Sağolsun, organizasyonda yer alan arkadaşım Banu sayesinde Harbiye Açıkhava konserlerine son 3 senedir olduğu gibi iştirak edebiliyorum.
Ama konserler o kadar doluydu ki ek konsere girebildim zorla. Çok ama çok kalabalıktı. Ve her konserde göremeyeceğiniz şekilde anaokullu çocuklardan yaşlı dedelere, ev hanımlarına, iş adamlarına kadar herkes orda! Arkadaşım Yunus’la beraber merdivende bize ayrılmış olan yere yerleştik, birilerinin bacaklarının arasına  Zaten herkes birbirinin kolunun altında ya da bacaklarının ortasına oturuyor.
Efendime söyleyeyim konser başlamadan önce bir alkış kıyamet koptu ve en ön sırada biri kalkıp el salladı. Kıvanç Tatlıtuğ imiş, takmış koluna Azra’sını gelmiş.. Eh dedik, olur öyle. Sonra ikinci alkış kıyamet kopunca gerçekten kim olduğunu merak ettim; çıka çıka… Ali Ağaoğlu çıktı..
Alkışlayanlardan birini çimdikleyip sorasım geldi: ”Arkadaş elin müteahhitini neden alkışlıyorsun, albümü mü var dizi mi çekiyor da biz bilmiyoruz neyin hayranısın yani orman arazisine diktiği binaların mı?” Sanırım Sinan Çetin’in işine saygı duyduğum tek andı bu an.
Vee.. Nihayet Tarkan teşrif etti. Yine tatlı, yine coşturucu, yine sesine can feda… Ama şunu fark ettim ki Tarkan’dan sonra sahnenin bir yıldızı daha var, gitarcısı, Can Şengün. Sahnede bir süre gözümü ondan alamadığım doğrudur. Sonradan fotoğraflarına baktım gözü ağzı burnu normal bi adam ama aurası gözüme gözüme parladı bu adamın, o kadar söylüyorum!
Sevdanın son vuruşu, adımı kalbine yaz, unutmamalı gibi enn güzel şarkılarını yine söyledi, tabii Orhan Gencebay albümünde yer alan Hatasız Kul Olmaz şarkısını da. Neyse, son şarkı da coşturucu bir şeydi -yanılmıyorsam Ajda Pekkan’la düet yaptıkları “Yakar Geçerim” olmalı-konser bitti, herkes alkış kıyamet  tabii, Tarkan perdenin arkasından bir saniye bile kımıldamadığını bilir gibi sahnenin arkasından kafa uzatıp bi abuk hareketler yaptı. Bir yanı çocuk herhalde bu adamın. Sonra bisi hangi şarkıyla yapsa beğenirsin?
http://www.izlesene.com/video/tarkan-hatasiz-kul-olmaz-harbiye-konseri-28-agustos-2012-hd-kalitede/6529519
“Hatasız Kul Olmaz” o kadar enerjik şarkının içinde bunu seçmişti. Sonunu beklemeden sucuğumuzu köftemizi kapıp taksi bulmak üzere erkenden ayrıldık.  Karizması sadece kamera karşısında galiba. Ama tabii Tarkan yine de Tarkan’dır, candır. Yeri hala doldurulamaz bence ne Murat Boz, ne başkası.
Ajda Pekkan Konseri  Açıkhava/Turkcell Kuruçeşme Arena

Ajda Pekkan’ı defalarca izledim, geçen yılki şovunun artık tekrara düşmekten öte, yeni bir şeyler yapma çabasındayken son derece basitleşmekten öteye gidemediğini söyleyebilirim.

Önce haziran gibi Açık Hava Tiyatrosu’nda izlemiştim ,pek bir özelliği yoktu.

bir kaç hafta sonra müzisyen arkadaşım Gökay’ın davetiyle bu kez Kuruçeşme Arena’da girdik konsere arkadaşım Cem’le. Feci kalabalıktı. Yine “Sardı Korkular”, “Aynen Öyle” “Yakar Geçerim” dinledik. Bu arada “size bir sürprizim vaaar” dedi ve eline bir fotoğraf makinesi geçirdi,

“hep siz mi beni çekeceksiniz biraz da ben sizi çekeceğim, kaldırın elleri, poz verin (klik) waaw bir daha alıyorum (klik) waaw bi daha alıyorum (klik) waaw” Sürpriz buymuş. Sonra da onu arkasındaki dev ekranda gösterilen twitter mesajlarının yanına ekledi.

Bir zaman sonra yorulup deniz kenarındaki bölüme kurulmuş olan ekrandan izledik oturarak programını. Birden arkamızda korku filmlerindeki gibi bir gölge yükseldi. Umarım çevresinde imaj danışmanı falanı filanı sadece kostümlerine değil sahne şovuna da müdahale eder ve alüminyum folyoyla kapladığı inşaat vincinden şarkı söylemesinin hiç estetik durmadığını ona anlatabilir.


Kenan Doğulu Konseri  Harbiye Açıkhava
Yine Harbiye Açıkhava, yine Banu sağolsun, Harbiye’nin en enerjik, renkli konseri yine Doğulu Bros tarafından gerçekleştirildi.
http://www.videooloji.net/komedi-ve-eglence/harbiye-kenan-dogulu-konseri
Özellikle 3. Dakikadaki sahne şovu beni hayran bıraktı gerçekten. Şarkı da eğlenceliydi. Bal gibi’yi yine duygusala bağlayarak izledik nedense… Finalde senelerdir vazgeçemediği gibi Murat Çekem’le karşılıklı solo atıp kendilerini de tatmin etmiş oldu sanıyorum. Ben o kısımlarda gerçekten çok bunalıyorum.
Ve Kenan Doğulu, Nef Bebeköy
En güzel etkinliklerden biri de arkadaşım Ece’nin davetiyle gittiğim Fuse Tea’nin Nef Bebeköy’de yapılan lansmanıydı. Coca Cola, Pepsi’nin Lipton Ice Tea’si karşısında Nestea’yi tutturamayınca Fuse Tea’yi piyasaya sürmüş.
Bebeköy, Bebek sırtlarında yer alan eski bir Fransız yetimhanesinin restore edilerek organizasyonlara ev sahipliği yapan bir mekan haline düşünmüş hali. Ve gerçekten harika bir fikir.

Buradaki maskelerle biz de bol bol poz verdik.

Ceylan Çapa, Doğa Rutkay, Kenan Doğulu, Burak Özçivit, Fırat Çelik gözüme çarpan selebritiler arasındaydı. Bu arada buzlu çaylarla yapılan mohitolar gecemizin sonunu biraz trajikomik hale getirdi. “Amaağn zaten çoğu çay bunun çarpmaz” dememek lazım.
İlhan İrem Konseri
Yine Ece’yle gittiğimiz bir konser.  Gerçekten çok anlamam babalarımızın dönemindeki bir çok grubu dinlemedim şu yaşıma kadar. İlhan İrem’i de dinlemişimdir ama tek bi şarkısının sözlerini söyleyebileceğimi sanmıyorum.

Ustalara saygı diyorum, çok bir şey söylemeyeyim diyorum bu konuda. Ama yıllar sonra sevenlerin kalkmış oraya seni dinlemeye gelmişse en azından birazcık özenilseydi.  Duyduğum kadarıyla orkestra önceden prova bile yapamamış notaları paylaşmak konusunda sıkıntı olduğu için. Provasızlık, detonelik, kıyafet seçimi,belki ses sisteminin azizliği,şarkı sözlerinin unutulması falan derken, çok ilgilenmedim ben bu konserle. Zaten kendisinin de keyfi yok gibiydi, gergindi. Bi ara da sahnede bir köşeden diğerine koştururken ayağı takıldı yere kapaklanacak diye herkesin ödü koptu. Neyse ki düşmedi.
Üzgünüm ama yine bu etkinliğin en güzel kısmı Kuruçeşme Arena’nın güzelim atmosferiydi. Umarım otel yapılmadan önce arenadan denizi ve karşı kıyının muhteşem görüntüsünü bir kez daha izleyebilirim.
Bi’ Büyük Fest

bibuyukfest
Yine arkadaşım sağolsun, Ece’yle gittiğim bir diğer festival. Geçen yazın en iyilerinden. Tam bir gazino havası yaratılmıştı Kuruçeşme Arena’da. Basına ayrılan bölüm bistro tarzıydı. Masaların olduğu bölüme bayağı fix menü servisi yapılırken biz rakı ve köfte ekmek hakkımızı aldık.

bi-buyuk-fest1 gazinomasalarbibuyukfestbibuyukfestaksamustu
Fakat hayatta rakıyı köfte ekmekle falan içebileceğimi zannetmiyorum. Dayanamayıp masalara servis yapan garson arkadaşlara yanaştım ve kibarca ücreti neyse verelim en azından bi beyaz peynir alalım canım kardeşim dedim. Sonraki sahne şuydu.
Ben basına ayrılan bistrodan şaşkın bakışlar arasında geçerken arkamdan 2 garson meze tabakları ve böğürtlen soslu dondurmalı tatlılarıyla arka masaya kadar yürüdüler benimle, “zaten fazlagelmiş bu tabaklar abla” dediler, o gecelik namımız yürüdü sayelerinde :) iyi ki şansımı denemişim !

Aslında Göksel’in bölümünün büyük kısmını kaçırmıştık ama bir “Yalnız Kuş” dinlemeden ayrılmadık oradan neyse ki,  sonra Gökhan Tepe çıktı sahneye. “Demli Şarkılar” konseptine bayıldığımı söyleyebilirim. Kendi şarkılarının dışında popüler arabesk şarkılarından yaptığı kokteyl lezizdi gerçekten.  Aklımda kalanlar; “Ölürsem Kabrime Gelme”, “Kim Bilir”, “Senin Olmaya Geldim”, “Tanrı İstemezse”, ”Ben de Özledim”, “Batsın Bu Dünya”, ”Mutlu Ol Yeter”
Ve gecenin en komik anlarını da sayın Tepe sayesinde yaşadık! Adnan Şenses’i sahneye davet etti ve yan yana çömelip oturdular, şarkıyı hatırlamıyorum “Neden saçların beyazlamış” olabilir; Gökhan Tepe mikrofona şarkı söylerken bir yandan da Adnan Şenses’e doğru eğildi ama adamcağız da mikrofonu elinden alıp şarkıyı söylemek istedi. adnansenses

Ve bildiğin 15-20 saniye mikrofon çekiştirdi bu ikisi. Yahu bırak, başka mikrofonunuz mu yok, adamcağız gönlünce söylesin şarkıyı.
Ve Emel Sayın teşrif ettiler sahneye, olabildiğinde kısa tuttu programını, ve süresinin çoğunu da konuşarak, şarkı düşünüp seçmeye çalışarak geçirdi sağolsun. Biz yine o esnada taksi bulma savaşlarında öne geçmek adına geceyi sonlandırdık.

IMG_3497
Berabersek Her Yer Tekirdağ Festivali

PhotoFunia-8632a9
İşte favorilerimden biri! Tekirdağ Rakı sponsorluğunda Santralistanbul’da harika bir festival geçirdik! Yine basın bölümünden giriş yaptığımız festivalde sahnede Bekir Ünlüataer’li  “Eşref Saati” vardı. Sesine ayrı, şarkılarına ayrı saygı duyuyorum bu adamın.
1 meze tabağı, 2 duble rakı ve 1 tabak mangal hakkımızı söke söke kullandıktan sömürdükten sonra bolca dans ettik 9 8’lik ritimler eşliğinde.

PhotoFunia-862f5e

bizzeheryertekirdagmangalEşref saati’nden sonra sahneye çıkan Trakya All Stars ve Burhan Öçal da sağ olsunlar 4-5 şarkı söyleyip 45 dakikanın sonunda sahneden ayrıldılar. Keşke Eşref Saati sonda çıksaydı dedirttiler!

Candan Erçetin Harbiye Açık Hava Konseri

Yürüyen zarafet yine aldı götürdü bizi Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda.  İlk yarıda her zamanki gibi en romantik, en can alıcı şarkılarını koyu renkli dar tuvaletinin içinde kuğu gibi seslendirdi Candan’ım. Sensizlik, Elbette, Müzik bensiz kalacak…
Ve o sıralarda verilen şehitler için harika sesiyle “Yiğidim Aslanım”ı söyleyip tüylerimizi diken diken etti…
Ve ikinci Kısımda da çıplak ayaklarıyla, fırfırlı kıyafetleriyle Balkan stayla coşturdu bizi, bir “Zeytinyağlı Yiyemem Aman    “ olsun, bir “Vay benim halime” olsun bunları Candan’dan dinlemek gerçekten bambaşkaydı. Bi de bu kadın için “ağzı çılgınca bozuk, öyle böyle değil” diyenler var, şaşırıyorum, gözümde canlandıramıyorum…

2012 yazı böyle geçmiş.. Dolu dolu geçmiş. Emeği geçen herkese de müteşekkirim, zira tamamen misafir olarak geçirmişim diyebilirim.

Nevrotik Hanımın Otohipnoz Denemeleri


Dediğim gibi, küçüklüğümden beri , çok meraklıyım bir takım bilimsel ve bilim dışı deneyimlere. Duru görüye, levitasyona vs kaçınız inanırsınız bilemem ama artık hipnoz bilimsel bir şey ve ameliyatlarda bile anestezi yerine kullanıldığı yerler var.
Ben, otohipnoz (yani kendi kendini hipnoz edebilme) diye bir şeyin mümkün olduğunu öğrendiğimde havalara uçmuştum ve sevgili uzmanıma ilk kez bunu öğrenmek için gitmiştim.
Otohipnoz, bilinçli bir hipnoz çeşidi tabii ki. Kendi kendimizi bilinçsiz hallere sokup uyanamamak biraz trajikomik olurdu zira.

424e49
Bunu gerçekleştirmek için, öncelikle loş bir odada, rahat bir koltuğa uzanmak ya da oturmak gerekli. Ama kollar, bacaklar, kafa rahat bir pozisyonda olacak. Ve tabii ki vazgeçilmezimiz; müzik… Bilinçli halimizde Demet Akalın’dan “Türkan”a bayılıyoruz belki, ama amacımıza pek uygun olmadığından, Youtube’dan meditasyon müzikleri diye aratmak iyi olabilir. Karunesh benim favorimdir bu anlamda. Hadi elime üşenmeyeyim, ekleyeyim.

Evde yalnız değilsek içerdekileri “bi efendi olun, sessiz kalın, kapımı da çalmayın” diye uyardık. Müziğimizi açtık, ışığımızı ayarlayıp koltuğumuza uzandık. Biliyorum zor ama, bir kaç dakikalığına “Faturayı ödemiş miydim?” “Berkay hala aramadı bak kim bilir nerde?” sorularını kafamızdan atalım, konsantre olabilmek çok önemli. Kendimizi tamamen rahat hissettiğimizde derin bir nefes alarak başlamalıyız.
Açın gözünüzü, doğrulun koltuğunuzdan iki dakika: bu araya sokuşturmam gereken bir şey var, aldığınız nefes her zamanki daracık nefes ise istediğim şey o değil. Göğsünüz yerine karnınıza çekmelisiniz. Diyafram nefesi yani. Hani yogada, şan derslerinde falan da kullanılır. Yapabildiğinizden  emin olmak için ayakta dururken karnımızın üzerine elimizi koyabiliriz, bir nefes alıp bakın bakalım göğsünüz mü şişip iniyor; yoksa karnınızın üzerindeki el, doğru yaptığınızı işaret ediyor mu… Aynı şekilde elinizi belinizin hemen üzerine koyarak da kontrol edebilirsiniz bu bölgeyi.Hadi yapamadıysanız bir de burayı izleyin…

İyi, çabucak öğrendiniz. Şimdi uzanıp gözümüzü kapatarak işte bu dediğim nefesi burnunuzdan çekip ağzınızdan vererek 10 kez tekrarlayın. Kendinizi yemyeşil çimlerin üzerinde kuş ya da suyun akış seslerini dinlerken düşünün. Hemen ayağınızın dibinde aşağı doğru inen bir merdiven görüyorsunuz. Merdiven, 10 basamaktan oluşuyor. Başlayın yavaş yavaş o merdivenden inmeye. Sesli olarak sayabilirsiniz bir yandan. Her basamakta 2 saniye durarak. 10…9…8…7..6..5…4..3..2..1…
Karşınıza bir kapı çıkıyor. Tamamen hazır olduğunuzda girin kapıdan içeri. Burası sizin zihniniz. Bomboş bir oda olmalı. Duvarların rengini, odanın şeklini siz düşünün. Ama aynı şu anki karmakarışık zihniniz gibi ıncık cıncık doldurmayın odayı. Belki 1-2 koltuk, (yine rengiyle şekliyle hayal edin.) Bir masa yeter.
Kendinize sormak istediğiniz sorular var mı? Sorununuz olan insanlar? Kalbinizi kırmış ya da öfkelendirmiş birileri? Odaya alın, karşınızdalar. Konuşun. Boşaltın içinizi. “Senin ben…” diye başlayıp küfür edin demiyorum. Yapabilecekseniz soru da sorun, kendinizi onun yerine de koyarak cevap verin… Bittiğinde size, rengine yine sizin karar vereceğiniz bir uçan balon vermesine müsaade edin. Ve sıradaki gelsin
Elinizde epey balon birikmiş olmalı. Şimdi tekrarlayın, “artık çok daha huzurlu, içim rahat bir şekilde bu odayı terk ediyorum.” Hazır olduğunuzda girdiğiniz kapıdan çıkın elinizde balonlarla. Bu kez yukarı doğru aynı yavaşlıkla çıkıyoruz merdivenleri. 1…2..3..4…5..6..7..8..9..10
Yine yemyeşil çimenlerin üzerindesiniz, yine kuş cıvıltıları duyuyorsunuz, rüzgarın yüzünüze vurmasına aldırış etmeden yakındaki tepeye doğru gidin.
Herkes için ayrı renkte balonlarınız elinizde. Balonlardan birini seçin…
“X…
Ben seni affettim. Ben kendimi affettim.
Sen özgürsün. Ben özgürüm.
Seni serbest bırakıyorum. Seni affediyorum. Hayatımda olman gereken dönemde bana eşlik ettiğin için teşekkür ediyorum. Şimdiyse seni sevgiyle gönderiyorum…”
Tahmin ettiğiniz gibi, balonu gökyüzüne bırakma zamanı…
Elinizdeki tüm balonları bıraktıktan sonra derin bir nefes alıp gözlerinizi açın.
Otohipnoz uzmanı değilim elbette, hatırladığım kadarıyla ve kendime göre yazdım ama özellikle içinde başkalarına karşı öfke biriktirenler için güzel bir yöntem. İlk başta yapılanlar ya da söylenenler komik gelebiliyor, dikkatimi toplayamayıp koptuğum çok oldu. Galiba ben kendi öfkelerime, öfkelendiklerime kıyıp da bırakamıyorum bir türlü. Ama bunu yanında göz yaşları içerisinde kalan insanlar olduğunu da duymuştum. Umarım tek başına yapabilenlerin işine yarar.
Sevgiyle, ışıkla efendim…

42538e

Fil’m@9 Kısa film Festivali İzlenimlerim

Geçtiğimiz Haftalarda Film Hafızası tarafından düzenlenen Kısa Film Festivali’nde Türk ve yabancı 8 kısa film seçkisini izledik. Elimden geldiğince filmleri ya da trailerlarını bulup toparladım burada.

Gizli Oturum

bize pek bişey ifade etmese de neticede kıymetli bir varoluşcu yazarın, Jean Paul Sartre’ın eseriymiş.

“Yavrucum” lafı bir insanın ağzında bu kadar emanet durabilir. Keşke cast seçiminde başrol oyuncu adaylarına “yavrucum” dedirtselermiş…

Sonraki film Abdulbaki’nin Jurnal filmiydi. Başrol oyuncusu Uğur Polat, keşke Gizli Oturum’da oynasaydım dedim açıkçası diye düşünse de bence gayet doğru bir karar vermiş, çünkü gösterilen en iyi kısa filmlerden biriydi bence.

“Otobüsler, içerlerinde çokca şey saklar. Cama yapışmış dünden kalma hikayeler vardır. Başımı dayadığımda duyduğum sesler bu lekelerden geliyor…”

Direk Aşk  tam bir yalnız, mutsuz kadın hikayesi, bir direk, benim diyen her Türk kadınının aklını çelebilir!

Renkler güzel, film tatlı, fikir Onur Ünlü’nün Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesinde kullanılmıştı gerçi, ve ben önce onu izlemiştim.

En naif, en tatlı filmlerden biri. Hırvatistan yapımı, Savaşın içinde büyüyen Martin’in hikayesi… sadece trailerını bulabildim.

Voice Over 

“Uzayın derinliklerinde yalnız, bir savaşta yürüyemeyecek kadar yaralı ve denizin derinliklerinde boğulmak üzere olabilirsiniz ama bir “ilk öpücük” hiç bu kadar zor olmamıştır.” Bir Martin Rosete filmi

Benim notum: İzlerken içim şişti!

Tıkanma, Gösteri Peygamberi gibi kitaplarla tanıyıp hayal gücüne aşık olduğum Chuck Palahniuk’un yine “vay arkadaş” dedirten hikayesinden uyarlanan, Andy Mingo yönetmenliğindeki Romance, bir şekilde bulunup izlenmeli!

The External World (2010)

“Yaşamın çok farklı konularına değinen, güzel göndermeler yapan, soluksuz izlenecek bir David O’Reilly animasyonu: The External World.”

Benim notum: animasyona bayılırım ama bu kadar itici olanını Yumurcak TV’de bile bulamazdım.

Gösterim sonunda, herkes dağıldı DJ performansıan hiç kimse kalmamış gibiydi. Keyifli bir gece ama bol sütunlu Ghetto’da boynumuz yamuldu, kolonların arkasında kalanlar olarak. Bir dahakine izlencemizi daha rahat yapabileceğimiz bir mekan bekliyoruz Film Hafızası’ndan…

Seyr-i Yorum “Yağmur Durduğunda” oyunu

okdaykorunan

Devlet Tiyatroları’nın oyunlarına çok gittim bu dönemde. Fakat tartışmasız en beğeni kazanan oyunun “Yağmur Durduğunda” olduğunu, sosyal mecralardan okuduklarımdan da destek alarak söyleyebilirim.

Oyuncular birbirinden şahane. Ali İpin, Rüçhan Çalışkur, Okday Korunan ve Şebnem Dilligil gibi yılların usta oyuncularını canlı canlı izleyebilmek güzeldi.

Oyunun yazarı Andrew Bovell, bu oyunla 2009 yılında 3 ödül kazanmış; Victorian Premier’s Literary, Queensland Premier’s Literary Award, Lucille Lortel Award. 

7 yaşındayken onu terk eden babasının peşinden yollara düşen Gabriel bulduklarından pek hoşlanmıyor. 3 farklı nesil izliyoruz sahnede. Başlangıçta her şey karışık, aklımda bir şeyler var ama flu. Biraz durağan buldum oyunun ilk perdesini, çoğu kişi gibi. Ama biraz daha sabretmektense evde oturup yetenek sizsiniz izlemek gibi çok önemli bi programı tercih eden tiyatro severler (!) ara verilmesini bile beklemeden salondan çıktı.  Çünkü açıkçası biraz zeka, biraz mantık yürütme istiyor bu oyun. Baştan sona dikkat istiyor.

Kurgu güzeldi. Sahne, ışık harikaydı. Oyuncular zaten başarılıydı. Genç Gabriel’i oynayan oyuncu hariç. Çok üzgünüm ama işin epey gerisinde kalıyor. Yine sosyal mecralarda da benzer eleştiriler okudum

gencgabriel

“Genç Gabriel belki o gün iyi gününde değildir diye düşündüm, Bir daha gittiğimde yanıldığımı anladım” diye düşünenler var benim gibi.

Bu arada yurt dışındaki bir sahne, benim izlediğimde yoktu.

Bir sahne daha tam canlandırılamamıştı ama onu söylersem tadı kalmaz diye kendime saklıyorum.

Sonuç olarak Devlet Tiyatrolarının en iyi oyunlarından biri, sezon bitmeden gidilip izlenmeli…